XXIX
Sonra, çoook sonra, bu parçaların sonunda
Sen beni kızını çok seven
Bir anne olarak hatırla.
Sen beni kızını çok seven
Bir anne olarak hatırla.
Ben ki hiç kavuşamamıştım sana.
BİRHAN KESKİN
(“Y’ol” kitabından)
(“Y’ol” kitabından)
Herşeyden hevesimi aldım dediğim zamanlarda, olmadık şeylere heves ettim, doğrudur. Ermek, Nirvana'ya ulaşmak, hamken pişmek ya da kendini bilip sonsuz huzura kavuşmak mümkün mü bilmiyorum. Öyleyim sandım... Ama Şems'in aşkından, Mevlana bile deli divane pervaneye döndüyse çaresizliğinden; ne olur benim olmadık heveslerimi yadırgama, ayıplama.
Muhteşem bir gülümsemenin ışığında, ben de sana heves ettim. Çünkü sen, hep gitme isteğinin bittiği yerde, beni bekliyordun biliyordum, böyle inanmıştım. Ama beni affet -hevesim kursağımda kalsın diye- inzivamı bozmadan, kalabalığa karışma hevesine kapıldım. Ağlamayan çocuğa meme vermezler misali, derdimi anlatacak kadar ağlamayı hiç beceremedim ama...
Beni affet! Biliyorsun çok ağladım. Fakat çok küçükken öğrenmiştim -annemle babamın telkinleriyle- sessizce, içe içe ağlamayı. Şimdi diyorlar ki 'Niye böyle çok içiyorsun?'. Eee güzelim, içe içe ağlamayı öğrettiler bana küçükken, kaşlarını çata çata; büyüdüm ve devam ediyorum, içe içe ağlamaya!
Ya da boşver affetme beni, suçla beni! Kimseye ait olmadım, teslim olmadım diye, seni böyle şiir mısralarında bırakma pahasına... Ama güzelim, benim minik kuşum, sen bir teslimiyetin değil, bir aşkın/isyanın kızı olmalısın değil mi? Yoksa ne gereği var ki; bu dünya yeterince manâsız! Senin başlangıcının en azından bir anlamı olmalı güzel kızım. Genetik vesaire, sonra zaten çok çekecek, çok ağlayacaksın anlamsızlıktan bi'tanem!
Şimdi bir bakışta buldum seni. 'Dokunma bana, çok acıyor...' bakışı gördüm. Bilirsin, yıllarca benim gözlerime saklanan bakıştır bu. Olmadık bir zamanda 'Nar' taneleri oldun, dağıldın etrafa; bu bakışla karşılaşınca ben.
Öpüyorum seni minik parmak uçlarından; ki o minik parmakların, çok sıkıyor kalbimi bu aralar. Çok dokunuyorlar, olmadık yerlerine beynimin. Beni herşeye rağmen seni çok seven, kıyamayan olarak hatırla kuşum...
Muhteşem bir gülümsemenin ışığında, ben de sana heves ettim. Çünkü sen, hep gitme isteğinin bittiği yerde, beni bekliyordun biliyordum, böyle inanmıştım. Ama beni affet -hevesim kursağımda kalsın diye- inzivamı bozmadan, kalabalığa karışma hevesine kapıldım. Ağlamayan çocuğa meme vermezler misali, derdimi anlatacak kadar ağlamayı hiç beceremedim ama...
Beni affet! Biliyorsun çok ağladım. Fakat çok küçükken öğrenmiştim -annemle babamın telkinleriyle- sessizce, içe içe ağlamayı. Şimdi diyorlar ki 'Niye böyle çok içiyorsun?'. Eee güzelim, içe içe ağlamayı öğrettiler bana küçükken, kaşlarını çata çata; büyüdüm ve devam ediyorum, içe içe ağlamaya!
Ya da boşver affetme beni, suçla beni! Kimseye ait olmadım, teslim olmadım diye, seni böyle şiir mısralarında bırakma pahasına... Ama güzelim, benim minik kuşum, sen bir teslimiyetin değil, bir aşkın/isyanın kızı olmalısın değil mi? Yoksa ne gereği var ki; bu dünya yeterince manâsız! Senin başlangıcının en azından bir anlamı olmalı güzel kızım. Genetik vesaire, sonra zaten çok çekecek, çok ağlayacaksın anlamsızlıktan bi'tanem!
Şimdi bir bakışta buldum seni. 'Dokunma bana, çok acıyor...' bakışı gördüm. Bilirsin, yıllarca benim gözlerime saklanan bakıştır bu. Olmadık bir zamanda 'Nar' taneleri oldun, dağıldın etrafa; bu bakışla karşılaşınca ben.
Öpüyorum seni minik parmak uçlarından; ki o minik parmakların, çok sıkıyor kalbimi bu aralar. Çok dokunuyorlar, olmadık yerlerine beynimin. Beni herşeye rağmen seni çok seven, kıyamayan olarak hatırla kuşum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder