Talihsizliğin kasırgasıyla savruldum,
Ne küreğim vardı, ne dümenim,
Bir fırtına sürükledi evimi benim
Uçsuz bucaksız denizin üzerine
Vasily Andreyevich Zhukovsky
Barış: Sadece kemanımı aldım yanıma.
Kutusunun içine, bestelerimi de koydum. Yola çıkmadan önce ülkemle vedalaştım.
Tek istediğim müzik eğitimi almak. 22 yaşındayım ve burada, doğup büyüdüğüm
ülkede, kemanımdan çıkan ses bana yetmiyor. Daha iyisi mümkün biliyorum ama
burada bana kapılar kapalı.
Serpil: “Sonsuz yaşamın düşünü kurdum,
bu vaat edilmiş topraklarında barışın; kokulu yerlerin hayalini düşledim.” Ben
söylemedim bunları. VA Zhukovsky yazmış, yıllar yıllar önce. Ben okudum ve
hissettim ne demek istediğini. Sonra da gittim, adını koluma dövme yaptırdım.
Benim ülkemde isminin telaffuzu bile zor ama değil mi ki o benim hislerime
tercüman olmuş, ben de onun adını kazıdım vücuduma.
Barış: Sınavları geçmem, birilerini
tanımam, ailemi ikna etmem lazım burada eğitim için. Hiçbirini yapamadım
ülkemde. Gittim gördüm, Avrupa'da her şey farklı olabilir. Sadece kemanımı
çalarak var olabilirim. Sadece keman çalmak, hiçbir şey düşünmeden, ne büyük
hayal! Ama bunu gerçekleştirebilirim, gördüm bunu. Tek yapmam gereken vize
almaktı, alamadım. Para biriktirdim ben de. Gündüz sokaklarda, gece
meyhanelerde keman çaldım. Gözleri alkolden dumanlanmış insanların, önce
neşeli, sonra efkârlı isteklerini döktüm kemanımın tellerinden. Şimdi bu
geminin, güvertenin altındaki deposunda 15 kişiyle beraber yola çıkmayı
bekliyorum. Afganlar, Suriyeliler var etrafımda. Dillerini anlamıyorum. Onlar
da benim elimdeki kutuyu anlamıyorlar. Tüm umutları, boyunlarına astıkları
küçük çantalarına ya da ceplerine sığmış. Benim hayallerim ise elimde tuttuğum
bu keman kutusunun içinde.
Serpil: Oysa isterdim ki; babamın adını
kazıyayım, sadece vücuduma değil, tüm yaşantıma. Ama olmadı, ben bebekken ölmüş
babam. Annem bana bakamadığından, evlatlık vermiş beni. Bir daha da arayıp
sormadı zaten. Yeni aileme de şans getirmemişim. Ben üç yaşına gelmeden, annem
yerine, bana sarılıp koklayan kadın ölmüş. Bildiğim tek babam, nasıl baksın tek
başına bana, tekrar evlenmiş tabi. Hayal meyal hatırlıyorum onun ölümünü de.
Beş yaşımda yoktum herhalde, uzaktan üvey annem ve onun iki kızıyla beraber
tekrar yetim kaldığımda.
Barış: Onlar savaştan kaçtıkları için
buradalar. Benim adım ise savaş olmasın diye konmuş zaten. Onların aradığı
barışı, ben nüfus cüzdanımın ad hanesinde taşıyorum. Ama aynı geminin
sintinesinde beraberiz şimdi, savaş ve barış. Savaş, onların dalıp giden
gözlerinde devam ediyor; barış, benim keman kutumun içindeki bestelerde. Eşit
koşullarda değiliz ama su seviyesi hepimiz için de eşit şimdi bu gemide.
Muhtemelen aynı parayı verdik, aynı kıyıya çıkmak için. Ödediğimiz bedel ve
karşılığı farklı olsa da.
Serpil: Akdeniz kıyısındaki bir şehrin,
baraj gölü kenarındaki küçük bir ilçesindeyim şimdi. Belki de sadece bana
küçük, bilmiyorum. Ben şiir okumayı seviyorum ve şiirlerde vaat edilen
topraklarda yaşamak istiyorum. Bazen nefes alamıyorum. Karanlık suların dibine
batıyormuş gibi hissediyorum. Sonra bir bakıyorum, zaten her yer karanlık.
Nereye tutunacağımı bilemiyorum. Çapası kaybolmuş bir kayık gibi sürükleniyorum
ve çoktan dibe batmış olması muhtemel kayıp çapaya özeniyorum. Derinliklerde
mutluysa, beni de yanına alsa ya diye düşünüyorum. En çok bunu düşünüyorum bu
sıralar, ipi kopup dibe batmış bu çapayı.
Barış: Ege sahilinde bir kasabadan
bindik gemiye. Gizli yüküyle beraber, Ege ve Akdeniz'i geçip Avrupa kıyılarına
çıkartacak bizi. Hepimizin aklında bu hayal var. Ben, dalgaların kıyıya attığı
renkli bir deniz kabuğu gibi sahile çıkma hayali kuruyorum. Yanımdaki Suriyeli,
eminim bir pet şişe olarak bile kıyıya vursa razı. Gemi sallandıkça, açık
denizde yol aldığımızı anlıyorum. Karanlık ve kesif bir koku sarmalamış durumda
etrafımı. Önce gözüm karanlığa, sonra burnum kokuya alışıyor. Ama içimi sarıp
sarmalayan korku bir türlü geçmiyor. Oturduğum yerde iyice büzülüp keman kutuma
sarılıyorum. Gözlerimi kapatıp büyük bir salonun sahnesinde keman çaldığımı
hayal ediyorum. Alkış beklerken, karşımda oturan Afgan adamın kusma sesi
geliyor kulağıma. Tekrar karanlık, tekrar koku ve korku kaplıyor her yanımı.
Serpil: 26 yıldır yaşadığım hayatı
düşünüyorum bir de. Sürekli Rus yazarların kitaplarını okumamın ve odamın
duvarlarına şiirlerini yazmamın, depresyon belirtisi olduğunu düşünüyordu en son
doktorum. Hastaneye ilk yatırdıkları zamanı hatırlıyorum. “Psikolojik bozukluk
belirtisi: Rus edebiyatı!” mı yazmışlardı acaba dosyama? Daha sonra bir kez
daha yatırdılar ama onu anlatmak istemiyorum. Zaten hatırlamak da istemiyorum.
Neredeyse bir haftadır eve gitmiyorum. Sokaklarda dolaşıyorum. Geceyi geçirecek
kuytu park ve köşeleri biliyorum artık. Parktaki ağaçlara ve etrafımı saran
sokak köpeklerine Zhukovsky’den şiirler okuyarak, korkumu yeniyorum. Sonra
hayal kuruyorum; ıslak çimenlerin üzerinde değil, kuru ve sıcak bir yatakta
yattığımı düşlüyorum, şiirlerde vaat edilen barış ülkesini düşünüyorum.
Yürüyerek gidemeyeceğim kadar uzak mı acaba? Peki, yüzerek gitsem, gidebilir
miyim ki?
Barış: Çok sallanmaya başladı gemi.
Fırtına çıktı sanırım. Sintinedeki tüm yolcular korku içinde. Kimi bağırarak
dua olduğunu düşündüğüm bir şeyler söylüyor, kimi yüksek sesle ağlıyor, kimi
sessizce gözlerini, kusmamak için iki eliyle ağzını kapatmış, oturduğu yerde
sallanıyor. Ben korkmamak için keman çalmak istiyorum ama sadece kutuya daha da
sıkı sarılmakla yetiniyorum. Kollarım, benden ayrı iki varlık gibi sanki.
Sadece aralarına aldıkları kemanı korumayı düşünüyorlar. Birden oturduğum yerde
bir ıslaklık hissediyorum. Ayakkabılarımın içinde de bir soğukluk. Depo su
alıyor.
Serpil: Baraj gölünün kıyısına geldim.
Hava kararmak üzere. Buradan yüzerek sadece karşı kıyıya gidilebilir, çünkü
burası deniz değil. Belki başka yerlere de gidilebilir. “İpini koparıp kaybolan
bir çapa nereye gider?” diye düşünüyorum. Mutlu mudur gittiği yerde? Suya doğru
yürüyorum. Beni kabul eder mi, yoksa o da bir safra gibi dışarı mı atar? Bunu
denemem lazım. Dizlerime kadar suyun içindeyim şimdi, üşüyorum ama alışırım
nasılsa bir süre sonra. Karanlığa doğru yürümeye devam ediyorum.
Barış: Su, soğuk ve karanlık. Sürekli
bir sallantı ve çığlıklar. Sintine, her yerinden su alıyor ve biz dışarı
çıkamıyoruz. Titanic batarken güvertesinde keman çalan müzisyeni düşünüyorum.
Ama ben en dibindeyim geminin. İlk su alan ve ilk batan yerinde. Sadece
kemanımın kutusuna daha sıkı sarılıyorum. Bir can simidi gibi beni su yüzüne
çıkartmasını diliyorum. Oysa dibe battıkça parçalanan geminin omurgası gibi,
ahşap bir enstrüman, nasıl dayansın bu fırtınaya, nasıl kurtarsın beni?
Serpil: Tamamen suyun içindeyim şimdi.
Soğuğa ve karanlığa alıştı vücudum. Daha derine inmem lazım. Kayığımın kayıp
çapası en derindedir çünkü. Gözlerimi kapatıp kendimi suyun akışına
bırakıyorum. Dibe doğru son bir yolculuk. Vaat edilen topraklar orada olmalı.
Yeryüzünün altında. Zhukovsky’den son bir şiir okumak için ağzımı açıyorum ama
ağzıma su doluyor. Hiç ses çıkartamıyorum. Kolumdaki dövmeye elimi
bastırıyorum. Elimle diğer koluma tutunarak, hızla batıyorum.
Barış: Deniz beni dibe doğru çekiyor.
Oysa ben, kıyının hayalini kurmuştum. Farklı bir karada, farklı bir hayat
düşlemiştim. Yeryüzündeki tek umudum, kemanım, kucağımda hâlâ. Denizin altında
da tek dayanağım o, elimin tutabildiği bir tek o var şimdi. Gözlerimi kapatıp,
büyük bir sahnede, keman çaldığımı düşlüyorum. Tabii ki Mendelssohn! Kulağıma E
Minor konçertonun ilk notaları dolarken, ağzıma ve burnuma deniz suyu doluyor.
Nefes alamıyorum… Müzik, devam ediyor… Tanrım, ne kadar da güzel!
*Nisan 2017’de fırsat eşitliği bulamayıp boğularak
ölen iki gencin anısına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder