15 Mart 2018 Perşembe

MONOLOG*



Talihsizliğin kasırgasıyla savruldum,
Ne küreğim vardı, ne dümenim,
Bir fırtına sürükledi evimi benim
Uçsuz bucaksız denizin üzerine

Vasily Andreyevich Zhukovsky


Barış: Sadece kemanımı aldım yanıma. Kutusunun içine, bestelerimi de koydum. Yola çıkmadan önce ülkemle vedalaştım. Tek istediğim müzik eğitimi almak. 22 yaşındayım ve burada, doğup büyüdüğüm ülkede, kemanımdan çıkan ses bana yetmiyor. Daha iyisi mümkün biliyorum ama burada bana kapılar kapalı.
Serpil: “Sonsuz yaşamın düşünü kurdum, bu vaat edilmiş topraklarında barışın; kokulu yerlerin hayalini düşledim.” Ben söylemedim bunları. VA Zhukovsky yazmış, yıllar yıllar önce. Ben okudum ve hissettim ne demek istediğini. Sonra da gittim, adını koluma dövme yaptırdım. Benim ülkemde isminin telaffuzu bile zor ama değil mi ki o benim hislerime tercüman olmuş, ben de onun adını kazıdım vücuduma.
Barış: Sınavları geçmem, birilerini tanımam, ailemi ikna etmem lazım burada eğitim için. Hiçbirini yapamadım ülkemde. Gittim gördüm, Avrupa'da her şey farklı olabilir. Sadece kemanımı çalarak var olabilirim. Sadece keman çalmak, hiçbir şey düşünmeden, ne büyük hayal! Ama bunu gerçekleştirebilirim, gördüm bunu. Tek yapmam gereken vize almaktı, alamadım. Para biriktirdim ben de. Gündüz sokaklarda, gece meyhanelerde keman çaldım. Gözleri alkolden dumanlanmış insanların, önce neşeli, sonra efkârlı isteklerini döktüm kemanımın tellerinden. Şimdi bu geminin, güvertenin altındaki deposunda 15 kişiyle beraber yola çıkmayı bekliyorum. Afganlar, Suriyeliler var etrafımda. Dillerini anlamıyorum. Onlar da benim elimdeki kutuyu anlamıyorlar. Tüm umutları, boyunlarına astıkları küçük çantalarına ya da ceplerine sığmış. Benim hayallerim ise elimde tuttuğum bu keman kutusunun içinde.
Serpil: Oysa isterdim ki; babamın adını kazıyayım, sadece vücuduma değil, tüm yaşantıma. Ama olmadı, ben bebekken ölmüş babam. Annem bana bakamadığından, evlatlık vermiş beni. Bir daha da arayıp sormadı zaten. Yeni aileme de şans getirmemişim. Ben üç yaşına gelmeden, annem yerine, bana sarılıp koklayan kadın ölmüş. Bildiğim tek babam, nasıl baksın tek başına bana, tekrar evlenmiş tabi. Hayal meyal hatırlıyorum onun ölümünü de. Beş yaşımda yoktum herhalde, uzaktan üvey annem ve onun iki kızıyla beraber tekrar yetim kaldığımda.
Barış: Onlar savaştan kaçtıkları için buradalar. Benim adım ise savaş olmasın diye konmuş zaten. Onların aradığı barışı, ben nüfus cüzdanımın ad hanesinde taşıyorum. Ama aynı geminin sintinesinde beraberiz şimdi, savaş ve barış. Savaş, onların dalıp giden gözlerinde devam ediyor; barış, benim keman kutumun içindeki bestelerde. Eşit koşullarda değiliz ama su seviyesi hepimiz için de eşit şimdi bu gemide. Muhtemelen aynı parayı verdik, aynı kıyıya çıkmak için. Ödediğimiz bedel ve karşılığı farklı olsa da.
Serpil: Akdeniz kıyısındaki bir şehrin, baraj gölü kenarındaki küçük bir ilçesindeyim şimdi. Belki de sadece bana küçük, bilmiyorum. Ben şiir okumayı seviyorum ve şiirlerde vaat edilen topraklarda yaşamak istiyorum. Bazen nefes alamıyorum. Karanlık suların dibine batıyormuş gibi hissediyorum. Sonra bir bakıyorum, zaten her yer karanlık. Nereye tutunacağımı bilemiyorum. Çapası kaybolmuş bir kayık gibi sürükleniyorum ve çoktan dibe batmış olması muhtemel kayıp çapaya özeniyorum. Derinliklerde mutluysa, beni de yanına alsa ya diye düşünüyorum. En çok bunu düşünüyorum bu sıralar, ipi kopup dibe batmış bu çapayı.
Barış: Ege sahilinde bir kasabadan bindik gemiye. Gizli yüküyle beraber, Ege ve Akdeniz'i geçip Avrupa kıyılarına çıkartacak bizi. Hepimizin aklında bu hayal var. Ben, dalgaların kıyıya attığı renkli bir deniz kabuğu gibi sahile çıkma hayali kuruyorum. Yanımdaki Suriyeli, eminim bir pet şişe olarak bile kıyıya vursa razı. Gemi sallandıkça, açık denizde yol aldığımızı anlıyorum. Karanlık ve kesif bir koku sarmalamış durumda etrafımı. Önce gözüm karanlığa, sonra burnum kokuya alışıyor. Ama içimi sarıp sarmalayan korku bir türlü geçmiyor. Oturduğum yerde iyice büzülüp keman kutuma sarılıyorum. Gözlerimi kapatıp büyük bir salonun sahnesinde keman çaldığımı hayal ediyorum. Alkış beklerken, karşımda oturan Afgan adamın kusma sesi geliyor kulağıma. Tekrar karanlık, tekrar koku ve korku kaplıyor her yanımı.
Serpil: 26 yıldır yaşadığım hayatı düşünüyorum bir de. Sürekli Rus yazarların kitaplarını okumamın ve odamın duvarlarına şiirlerini yazmamın, depresyon belirtisi olduğunu düşünüyordu en son doktorum. Hastaneye ilk yatırdıkları zamanı hatırlıyorum. “Psikolojik bozukluk belirtisi: Rus edebiyatı!” mı yazmışlardı acaba dosyama? Daha sonra bir kez daha yatırdılar ama onu anlatmak istemiyorum. Zaten hatırlamak da istemiyorum. Neredeyse bir haftadır eve gitmiyorum. Sokaklarda dolaşıyorum. Geceyi geçirecek kuytu park ve köşeleri biliyorum artık. Parktaki ağaçlara ve etrafımı saran sokak köpeklerine Zhukovsky’den şiirler okuyarak, korkumu yeniyorum. Sonra hayal kuruyorum; ıslak çimenlerin üzerinde değil, kuru ve sıcak bir yatakta yattığımı düşlüyorum, şiirlerde vaat edilen barış ülkesini düşünüyorum. Yürüyerek gidemeyeceğim kadar uzak mı acaba? Peki, yüzerek gitsem, gidebilir miyim ki?
Barış: Çok sallanmaya başladı gemi. Fırtına çıktı sanırım. Sintinedeki tüm yolcular korku içinde. Kimi bağırarak dua olduğunu düşündüğüm bir şeyler söylüyor, kimi yüksek sesle ağlıyor, kimi sessizce gözlerini, kusmamak için iki eliyle ağzını kapatmış, oturduğu yerde sallanıyor. Ben korkmamak için keman çalmak istiyorum ama sadece kutuya daha da sıkı sarılmakla yetiniyorum. Kollarım, benden ayrı iki varlık gibi sanki. Sadece aralarına aldıkları kemanı korumayı düşünüyorlar. Birden oturduğum yerde bir ıslaklık hissediyorum. Ayakkabılarımın içinde de bir soğukluk. Depo su alıyor.
Serpil: Baraj gölünün kıyısına geldim. Hava kararmak üzere. Buradan yüzerek sadece karşı kıyıya gidilebilir, çünkü burası deniz değil. Belki başka yerlere de gidilebilir. “İpini koparıp kaybolan bir çapa nereye gider?” diye düşünüyorum. Mutlu mudur gittiği yerde? Suya doğru yürüyorum. Beni kabul eder mi, yoksa o da bir safra gibi dışarı mı atar? Bunu denemem lazım. Dizlerime kadar suyun içindeyim şimdi, üşüyorum ama alışırım nasılsa bir süre sonra. Karanlığa doğru yürümeye devam ediyorum.
Barış: Su, soğuk ve karanlık. Sürekli bir sallantı ve çığlıklar. Sintine, her yerinden su alıyor ve biz dışarı çıkamıyoruz. Titanic batarken güvertesinde keman çalan müzisyeni düşünüyorum. Ama ben en dibindeyim geminin. İlk su alan ve ilk batan yerinde. Sadece kemanımın kutusuna daha sıkı sarılıyorum. Bir can simidi gibi beni su yüzüne çıkartmasını diliyorum. Oysa dibe battıkça parçalanan geminin omurgası gibi, ahşap bir enstrüman, nasıl dayansın bu fırtınaya, nasıl kurtarsın beni?
Serpil: Tamamen suyun içindeyim şimdi. Soğuğa ve karanlığa alıştı vücudum. Daha derine inmem lazım. Kayığımın kayıp çapası en derindedir çünkü. Gözlerimi kapatıp kendimi suyun akışına bırakıyorum. Dibe doğru son bir yolculuk. Vaat edilen topraklar orada olmalı. Yeryüzünün altında. Zhukovsky’den son bir şiir okumak için ağzımı açıyorum ama ağzıma su doluyor. Hiç ses çıkartamıyorum. Kolumdaki dövmeye elimi bastırıyorum. Elimle diğer koluma tutunarak, hızla batıyorum.  
Barış: Deniz beni dibe doğru çekiyor. Oysa ben, kıyının hayalini kurmuştum. Farklı bir karada, farklı bir hayat düşlemiştim. Yeryüzündeki tek umudum, kemanım, kucağımda hâlâ. Denizin altında da tek dayanağım o, elimin tutabildiği bir tek o var şimdi. Gözlerimi kapatıp, büyük bir sahnede, keman çaldığımı düşlüyorum. Tabii ki Mendelssohn! Kulağıma E Minor konçertonun ilk notaları dolarken, ağzıma ve burnuma deniz suyu doluyor. Nefes alamıyorum… Müzik, devam ediyor… Tanrım, ne kadar da güzel!
*Nisan 2017’de fırsat eşitliği bulamayıp boğularak ölen iki gencin anısına.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder