Uyandığını, gözünün birini
açmasından anladım. Sol gözü hâlâ kapalıydı. Kirpiklerinde rahatsız edici bir
kıpırtı vardı sadece. Dudağının sol kenarından sızan salyaya gözüm takıldı.
Önce bir titreme gelir gibi oldu. Sonra sol gözü aniden açılınca gözlerimiz
buluştu. Dudağının sağ tarafı gülümser gibi yukarı kalktı. Ama emin
olamıyordum; dudağının diğer yarısı, kenarında kristalleşmeye başlamış salyası,
aşağı çekiliyor gibi, gergin ve hareketsizdi. Tıpkı nereye baktığını
anlayamadığım sol gözü gibi. İçimden “geçecek, geçecek, geçecek.” diye
tekrarlayarak gülümsedim.
-
Günaydın
hayatım. Bugün daha iyisin sanki?
-
Eeevee...
diye yanıtladı beni.
-
Evet.
Evet, iyisin.
Evet derken sesimin titrediğini
hissetmiş olacak ki sağ gözünde hüzünlü bir bakışla sustu. Sol gözü, korkutucu
derecede manasız bakmaya devam ediyordu. Yataktan çıkıp mutfağa giderken,
yüzüne bakmadan konuştum.
-
Sen
dinlenmene bak, ben kahvaltıyı hazırlayayım.
Cevap vermedi. Sevdiğim kadını, bu
şekilde görmeye, duymaya dayanamıyordum. Ben mutfakta kahvaltıyı hazırlarken,
yatak odasından çıkıp banyoya girdiğini duydum. Birazdan yanıma gelecekti. Daha
önce yüzlerce kez olduğu gibi kahvaltı yapacaktık. İlk buluşmalarımızdaki gibi
nefesimin kesildiğini hissettim. Pencereyi açtım. İçeriye dolan temiz havadan
derin bir nefes çektim ve yumurtaları kâseye kırarak, çırpmaya başladım.
Mutfağa girdiğinde, yumurtaları
tavaya döküyordum. Arkamdan gelip sarıldı ve “İ-iiyiii ğarrsınn!” dedi. Gözlerimi tavadan ayırmadan gülümsedim. Evet, iyi ki vardım; evlilik, bunun içindi. Hastalıkta sağlıkta hep beraber ve birbirine destek olmak için. Ama bu
durum geçiciydi, doktor öyle demişti muayeneden sonra. Muhtemelen strese bağlı
bir şeker yükselmesinin sonucuydu bu felç ve korkulacak bir şey yoktu. Omlet
piştiğinde ocağı kapattım. Tahta spatulayla hep yaptığım gibi tam ortadan ikiye
böldüm. Tabaklara koyarken dönüp ona baktım. Pencereden sokağı seyrediyordu.
Yüzünün sağ tarafını görebiliyordum. Hiçbir şey olmamış gibi. Âşık olduğum kadının
yüzü orada, eskisi gibi duruyordu işte. Gülkurusu sabahlığına sarılmış
kollarını, göğüs hizasında çapraz bağlamıştı. Gözkapağının kapanıp açılmasını,
kirpiklerinin zarifçe yelpazelenmesini, açık pencereden içeri giren güneş
ışınlarının kafasının arkasında topladığı dalgalı saçlarından akıp omuzlarına
dökülmesini seyrettim. Sonra yavaşça bana döndü. O esnada güneş, bir bulutun
arkasına geçip, mutfak masasının yarısını aydınlatmaya başlamıştı. Pencereden süzülen
ışık, yeşil zeytinlerin üstüne vuruyor, sanki güzel günlerin anılarını
yansıtıyordu. Siyah zeytinler gölgede kalmış iyice kararırken, su ısıtıcıdan
gelen kaynama ve kapanma sesi ile ikimiz de kafamızı tezgâha çevirdik.
Gülümseyerek yüzüne bakıp “Kahvaltı
hazır,” dedim. Sağ gözü mutlulukla parladı, dudağının sağ tarafı, çenesindeki
gamzeyi belirginleştirerek yanağına doğru genişledi. Kendisine dikkatle
baktığımı görünce dudağının sol tarafı “acıma bana” der gibi, birazdan
ağlayacakmış gibi aşağıya doğru çekildi. Biri güzelliği diğeri ise hastalık ve
acizliği hatırlatan iki ifade aynı yüzde bir araya gelmişti. Ne düşündüğümü
anlamasını istemiyordum. Neşeli bir ifade takınarak sandalyesini çekip sofraya
oturttum. Kendim de sağ tarafına geçip oturdum. Bir şeyler atıştırmaya başladım.
Ona bakmıyordum ama bakışlarını üzerimde hissediyordum.
-
Nniiyee
baanna baağmıyosunn?
Sustum.
-
Aacıyoosunn
bağna, sevvmiyoosunn arartıkk.
Cevap vermedim. Duvardaki saate
bakıp;
-
Benim
çıkmam lazım canım, işe geç kalıyorum, dedim.
İki gözü de donuk bir bakışla
tabağına kitlenmişti. Ağlamak üzereydi. Zorlukla ağzına aldığı lokmayı
çiğnemeye çalışıyordu. Kafasını sallamakla yetindi. Onu hala sevdiğime inanmak
isteyen ve bir türlü buna inanamayan iki farklı yüz. Kendisiyle mücadele
ettiğinin farkındaydım. Belki de “Sana acımıyorum, çünkü bir farkımız yok.
Yalnızca biraz zaman…” demeliydim. Yapamadım. Nasıl olsa inanmayacaktı.
Sustum. Yanağına küçük bir şans öpücüğü
bırakıp evden çıktım. Hiç tepki vermedi, hiçbir şey demeye çalışmadı bu esnada.
Akşam eve geldiğimde mutfak masası
toplanmıştı. Üzerinde bir not vardı. Alışveriş listesini yaptığımız defterden
kopmuş bir sayfa üzerine yazılmıştı. Gitmişti. Sabah onun oturduğu sandalyeye
oturdum. Arkamdaki pencereden vuran ay ışığı gölgemi masaya düşürüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder