7 Ocak 2019 Pazartesi

IŞIK ve GÖLGE


Uyandığını, gözünün birini açmasından anladım. Sol gözü hâlâ kapalıydı. Kirpiklerinde rahatsız edici bir kıpırtı vardı sadece. Dudağının sol kenarından sızan salyaya gözüm takıldı. Önce bir titreme gelir gibi oldu. Sonra sol gözü aniden açılınca gözlerimiz buluştu. Dudağının sağ tarafı gülümser gibi yukarı kalktı. Ama emin olamıyordum; dudağının diğer yarısı, kenarında kristalleşmeye başlamış salyası, aşağı çekiliyor gibi, gergin ve hareketsizdi. Tıpkı nereye baktığını anlayamadığım sol gözü gibi. İçimden “geçecek, geçecek, geçecek.” diye tekrarlayarak gülümsedim.
-        Günaydın hayatım. Bugün daha iyisin sanki?
-        Eeevee... diye yanıtladı beni.
-        Evet. Evet, iyisin. 
Evet derken sesimin titrediğini hissetmiş olacak ki sağ gözünde hüzünlü bir bakışla sustu. Sol gözü, korkutucu derecede manasız bakmaya devam ediyordu. Yataktan çıkıp mutfağa giderken, yüzüne bakmadan konuştum.
-        Sen dinlenmene bak, ben kahvaltıyı hazırlayayım.
Cevap vermedi. Sevdiğim kadını, bu şekilde görmeye, duymaya dayanamıyordum. Ben mutfakta kahvaltıyı hazırlarken, yatak odasından çıkıp banyoya girdiğini duydum. Birazdan yanıma gelecekti. Daha önce yüzlerce kez olduğu gibi kahvaltı yapacaktık. İlk buluşmalarımızdaki gibi nefesimin kesildiğini hissettim. Pencereyi açtım. İçeriye dolan temiz havadan derin bir nefes çektim ve yumurtaları kâseye kırarak, çırpmaya başladım.
Mutfağa girdiğinde, yumurtaları tavaya döküyordum. Arkamdan gelip sarıldı ve “İ-iiyiii ğarrsınn!” dedi. Gözlerimi tavadan ayırmadan gülümsedim. Evet, iyi ki vardım; evlilik, bunun içindi. Hastalıkta sağlıkta hep beraber ve birbirine destek olmak için. Ama bu durum geçiciydi, doktor öyle demişti muayeneden sonra. Muhtemelen strese bağlı bir şeker yükselmesinin sonucuydu bu felç ve korkulacak bir şey yoktu. Omlet piştiğinde ocağı kapattım. Tahta spatulayla hep yaptığım gibi tam ortadan ikiye böldüm. Tabaklara koyarken dönüp ona baktım. Pencereden sokağı seyrediyordu. Yüzünün sağ tarafını görebiliyordum. Hiçbir şey olmamış gibi. Âşık olduğum kadının yüzü orada, eskisi gibi duruyordu işte. Gülkurusu sabahlığına sarılmış kollarını, göğüs hizasında çapraz bağlamıştı. Gözkapağının kapanıp açılmasını, kirpiklerinin zarifçe yelpazelenmesini, açık pencereden içeri giren güneş ışınlarının kafasının arkasında topladığı dalgalı saçlarından akıp omuzlarına dökülmesini seyrettim. Sonra yavaşça bana döndü. O esnada güneş, bir bulutun arkasına geçip, mutfak masasının yarısını aydınlatmaya başlamıştı. Pencereden süzülen ışık, yeşil zeytinlerin üstüne vuruyor, sanki güzel günlerin anılarını yansıtıyordu. Siyah zeytinler gölgede kalmış iyice kararırken, su ısıtıcıdan gelen kaynama ve kapanma sesi ile ikimiz de kafamızı tezgâha çevirdik.
Gülümseyerek yüzüne bakıp “Kahvaltı hazır,” dedim. Sağ gözü mutlulukla parladı, dudağının sağ tarafı, çenesindeki gamzeyi belirginleştirerek yanağına doğru genişledi. Kendisine dikkatle baktığımı görünce dudağının sol tarafı “acıma bana” der gibi, birazdan ağlayacakmış gibi aşağıya doğru çekildi. Biri güzelliği diğeri ise hastalık ve acizliği hatırlatan iki ifade aynı yüzde bir araya gelmişti. Ne düşündüğümü anlamasını istemiyordum. Neşeli bir ifade takınarak sandalyesini çekip sofraya oturttum. Kendim de sağ tarafına geçip oturdum. Bir şeyler atıştırmaya başladım. Ona bakmıyordum ama bakışlarını üzerimde hissediyordum.
-        Nniiyee baanna baağmıyosunn?
 Sustum.
-        Aacıyoosunn bağna, sevvmiyoosunn arartıkk.
Cevap vermedim. Duvardaki saate bakıp;
-        Benim çıkmam lazım canım, işe geç kalıyorum, dedim.
İki gözü de donuk bir bakışla tabağına kitlenmişti. Ağlamak üzereydi. Zorlukla ağzına aldığı lokmayı çiğnemeye çalışıyordu. Kafasını sallamakla yetindi. Onu hala sevdiğime inanmak isteyen ve bir türlü buna inanamayan iki farklı yüz. Kendisiyle mücadele ettiğinin farkındaydım. Belki de “Sana acımıyorum, çünkü bir farkımız yok. Yalnızca biraz zaman…” demeliydim. Yapamadım. Nasıl olsa inanmayacaktı. Sustum.  Yanağına küçük bir şans öpücüğü bırakıp evden çıktım. Hiç tepki vermedi, hiçbir şey demeye çalışmadı bu esnada.
Akşam eve geldiğimde mutfak masası toplanmıştı. Üzerinde bir not vardı. Alışveriş listesini yaptığımız defterden kopmuş bir sayfa üzerine yazılmıştı. Gitmişti. Sabah onun oturduğu sandalyeye oturdum. Arkamdaki pencereden vuran ay ışığı gölgemi masaya düşürüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder