MAVİ KIRIKLARINA DAİR *
Yine böyle bir gündü. Her zamankinden farklı olmayan ama farklı bir şeyler olması istenen ve sanki hissedilen bir gündü. Oysa ki tek değişiklik, birkaç gündür yağmayan yağmurun, yeniden başlaması ve sokaklardaki insanları ve görünmeyen kedi ve köpekleri saklanacak bir yer arama telaşına düşürmesiydi.
O gün senin de yüreğine düşmüş müydü; mutlaka tekrar karşılaşacaktık. Onlarca otobüs arasında, bilmem niye, o otobüse binmiştim ve onlarca insan arasında gözlerim, senin hüzünlü gözlerini bulmuştu.
O kadar üşümüştün ki zavallı burnun, kırmızı şapkanla neredeyse aynı renkti. Zor oldu kendimi sana fark ettirmek ama yine de gözlerinin hüzünlü bulutları, kesişen bakışlarımızın sıcaklığı ile dağılırken; yanaklarının mahcup kızarmasını ve çocuk gülüşünü fark etmemek mümkün değildi. Ve yıllar sonra yine bu anı hatırlayıp, her şey o anda mı başladı diye düşünürken; bu gözlerin, çok sonraları bu bakışları kaybedip, sadece hüzünlü ve tedirgin bir kaçak bakışlarına sahip olduğunu hatırlayıp acı çekmemek... Hem kaybeden, hem de kaybedilen olarak.
Sonra, sonrası malûm, dediğin gibi; iki bilardo topu işte öyle karşılaşırlar, hızla birbirlerine çarparak. Bir an bütün olurlar. Dünya onların etrafında, onlar kendi etraflarında dönerler. Ve sonra ayrılmaları gerekir, farklı yönlere doğru. En çok kırılan, en hızlı kaçandır. Diğerininse onunla aynı yöne gitmek gibi bir şansı bile yoktur. Fizik, dinamik vs.. belki ya da iki bilardo topu işte, çarpıştılar ve sonra farklı yönlere doğru kırgın bir şekilde yol aldılar. Ya da sen ve ben, iki aşk ve hayat acemisi. Ne sayarsan!
Yine de en çok gözlerini kaybettiğime üzüldüm. Dedim ya iki yaramaz çocuk gözü. İki şaşkın ama meraklı genç kız gözü. İki seven ve sonsuz güvenen kadın gözü. Bana bir daha öyle bakman için neler vermezdim. Biliyor musun, beni kimse öyle sevmedi ve kimse öylesine güvenmedi.
Ve bana hayat kaynağı olan gözlerinden yavaş yavaş hayatın zehrini almaya başladığım günler, yine böyle yağmurlu günlerdi. Öylesine emindim ki senin sevginin bizi hep bir arada tutacağından, fark edemedim gözlerindeki korkuyu, paniği. Niye beni bu kadar sevgine alıştırdın ve sonra sevmekten vazgeçtin. Hepsi, bütün hikayemiz, senin gözlerinde saklıydı oysaki.
Benim gözlerimde ise sadece, en güzel oyuncağa sahip olan bir çocuğun, gururlu bakışları vardı. Sonra ne mi oldu, aldın oyuncağımı elimden. Geriye mavi kırıkları kaldı, ellerimde ve yüreğimde. Ve şimdi seni hatırlatan her nefeste, bu kırıklar acıtıyor içimi.
Hani hep ben anlatırdım da sen gözlerinle konuşurdun ya artık sustum. Anlatacak bir şeyim kalmadı sevgili. Dinleyecek kimsem de...
İşte iki bilardo topu çarpıştı ve hızla farklı yönlerde gitmeye başladı. Biri sayı oldu, kader adına; diğeri hâlâ masada dönüyor, keder adına.
* 2004 yılının baharında, yerel bir gazetede köşe yazan arkadaşım, çok yoğunum bana bir yazı gönder, gündem/ siyaset yazıp başımı belaya sokma deyince çıktı bu yazı. Onun adıyla çıktı tabii ki ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder